Komutanlar hakkındaki Suç Duyurusu dosyalarını neden hazırladım?

21.07.1997'de tayin edildiğim SSM'e mahkeme kararıyla 1998 başlarında yeniden dönmüştüm dönmesine ancak SSM'deki manzara savunma sanayimizin geleceği açısından korkunç bir hal almıştı. Kritik pozisyonlara emekli askerler getiren Genelkurmay, SSM'in azami milli katkıyla yurt içinde üretimine çalıştığı multi milyar dolarlık ana platform projelerini sonuçlandırmak azmindeydi. TSK'nın envanterindeki 3 bini aşkın tanktan kullanım ömürlerini çoktan doldurmuş olan bini aşkın miktarının acilen yenilenmesi gerekiyordu. 200'ü aşkın miktarda "genelmaksat" helikopteri projesi ile yüzü aşkın "saldırı" (savaş) helikopteri projeleri nihai karar aşamasındaydı. 

Yaşadığım süreçte yolum kesişenler

28 Şubat'ta haksız tayinimin tam 9ncu yıldönümüne rastlayan aynı günde, 21.07.2006 tarihinde Genelkurmay'a Suç Duyuruları'nda bulunmuştum. Türkiye'de emekli ve muvazzaf askerlerin gözaltı/ tutuklanmalarıyla sonuçlanan sivil soruşturmaları başlatan (Haziran 2007) bomba ve patlayıcıların bulunmasının bir yıl öncesi olduğu için Suç Duyurularımı "resmi sıfatımla" doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na yapmıştım.

Ergenekon, Balyoz ve FŞC (başlangıçta "Fuhuş, Şantaj Casusluk" olarak anılan "Gizli Belge") soruşturmalarında, TSK içindeki "illegal" dinleme izleme cihazları alınıp kullanıldığına dair deliller ele geçirilmişti. Hakkında Suç Duyurusu yaptığım Şener ERUYGUR bunların başında geliyordu.  Asteğmenliğimi yaptığım GES Komutanlığı'nın (yıllar sonra MİT'e bağlandı) sahip olduğu dinleme/ teknik takip altyapısıyla TSK'nin bu tür faaliyetleri NATO/ABD hesabına yürüttüğünü bildiğim için, öncelikle ülkemiz için mevcut tehlike arz eden TSK'daki bu yapının bertaraf edilmesi gerekiyordu. O günün şartlarında (belli odakların yönlendirmesiyle olduğu bugün anlaşılan) yeteri bilince sahip "Cemaat"ten başka bir grup da yoktu. Ancak askerlere sempatik gelen açıklamaları ve özellikle Erbakan karşıtı siyasi söylemleri nedeniyle Fetullah Gülen'in "din adamı" rolünden hoşlanmıyor ve yurt dışı "hizmet" ağını ve bağlantılarını da ülkemiz/dinimiz adına riskli ve güvenilmez buluyordum. Ancak sürekli hazır alımlarla savunma sanayimizin gelişimini devamlı engelleyen, ordumuzu NATO/ABD'ye bağımlı kılan "Kemalist" askerleri, bağımsızlık taraftarı Atatürk'e ihanet içinde görüyordum. Bunların TSK'dan tasfiye edilmesinde rol alabilecek tek organize örgütün, bir paradoks gibi görünse de o dönem Gülen Cemaati olduğu açıktı. Zaten yıllar sonra bu mücadeleyi kendi adamlarını yerleştirmek için yaptığı ortaya çıkan "Cemaat" henüz FETÖ adını almamıştı. Ayrıca uzmanı olduğum ve suç duyuruları yaptığım "savunma sanayi" ve güvenlik konularını bu kadar medyada gündeme getiren, konunun inceliklerine vakıf insan kaynağına sahip başka bir sivil hatta siyasi bir oluşum da bulunmamaktaydı.28 Şubat dönemiyle ilgili Suç Duyuruları'mda, TSK mensuplarını suçladığım 23 Şubat 1996 tarihli Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması'nın metni, ilk defa Aksiyon'un 18.05.1996 tarihinde çıkan 76. sayısı ile kamuoyuna/dünyaya duyurulmuştu.

Ancak giriştiğim mücadeleyi kamuoyunun ve yargının sahiplenmesi için çok özel bir uzmanlık alanı olan savunma sanayii üzerine haber yapan ve kitap yazan muhabir ve yazarlara ulaşmam gerekiyordu. Hakkımda (isim vermeden dosyamı 03.12.2009'da) ilk yazan Abdülkadir Selvi ve kitabında "Ergenekon" ismini ilk kullanan yazarlardan (o tarihlerde milletvekili olmamıştı) Şamil Tayyar ile bizzat giderek tanıştım. Ancak ülkemiz açısından bu hayati konunun kamuoyuna duyurulması konusunda maalesef ikisinden de gereken ilgiyi ve desteği göremedim.

Bu konuda somut adım atanlar CHA/Aksiyon/Zaman grubu muhabirleriydi. Genelkurmay Başkanlığı'na Suç Duyurusu yaptığım ve kopyasını da Başbakanlığa verdiğim 21.07.2006 tarihinde, henüz büyük risk altında olduğum için başıma bir şey gelirse bunu iç ve dış kamuoyuyla paylaşabilecek yabancı dile hakim ve konunun uzmanı bir yazar/muhabirle paylaşmam gerekiyordu. Karşıma en uygun özelliklere sahip kimse olarak o tarihlerde JDW'de (Jane's Defence Weekly) yazan Lale Sarıibrahimoğlu (Kemal) çıkıyordu. Nihayet hakkımda çıkan en bilgilendirici haberi, Ankara ASDER Şubesi'nde tanıştığım Ahmet Dönmez 11 Ekim 2011 tarihli Zaman'da yaptı, üstelik manşetten vererek. Genelkurmay yargı sürecini işletmediği için suç duyurularımı 2010 referandumu ile "Ferdi Başvuru" hakkı verilen Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğümden bahsediyordu Zaman'daki bu haber. Nitekim çok geçmeden 28 Şubat soruşturması başlayınca, 23.05.2012 tarihli Milat Gazetesi, dosyaları 28 Şubat savcılığına götüreceğimi haber yaptı.

28 Şubat davası başladığında, ülkede çok kritik günler yaşanıyordu. Ancak özellikle 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan Gezi olayları 6 Eylül 2013'te henüz daha yeni sona ermişken, bu defa Gülen Cemaati 28 Şubat cuntacılarına adeta bir hayat öpücüğü bahşetti. 28 Şubat davasının ÇEVİK BİR'le başlayan 23-24 Eylül 2013 tarihli ilk duruşmasına, "Cemaat"in tanınmış simalarından Faruk Mercan sanıklara destek amacıyla gelmişti. 17/25 Aralık kalkışmasının 3 ay öncesine rastlayan bu tarih, "Cemaat"in yargıda kendisini en güçlü hissettiği dönemdi.

Daha önce Samanyolu TV'de kamuoyunun yakından tanıdığı Faruk Mercan, duruşmaya geldiği tarihte KanalTürk TV Ankara Temsilcisiydi. Zaman gazetesini temsilen de salonda tek başörtülü muhabir Ayşegül Parıldak bulunuyordu (daha sonra tutuklandı). 28 Şubat'ın müştekisi bizlerin arasına oturan ve 28 Şubat'ta mağdur olduğunu iddia eden "Cemaat"i temsilen Mercan'ın biz mağdurları tutacağı zannedilmişti. Ama bu düşüncenin yanlışlığı hemen anlaşıldı. MERCAN'ın o tarihte tutuklu olan sanık ÇEVİK BİR ve tutuklu/ tutuksuz cuntacı sanıklarda yarattığı coşkuyu ve samimiyetlerini gördükten sonra (savunma sanayimiz konusu da dahil) Ortadoğu'da yabancı bir ülke hesabına 28 Şubat sürecinde cuntacılarla işbirliği yaptıkları konusunda tüm tereddütleri ortadan kaldırdı. Zaten duruşmaya o gün katılan tüm mağdur/müşteki ve yakınları ile avukatları dahil herkesin tanık olduğu bu garip ilişkiyi mahkeme salonunun kameraları da kayıt altına almıştı. Hemen 29 Şubat sanıkları/cuntacıları ile Fethullah Cemaati (henüz FETÖ adını almamıştı) arasındaki ilişkinin soruşturularak ortaya çıkarılması amacıyla iddianame/duruşma savcısına detaylı bir Suç Duyurusu dosyası hazırladım. Ancak Kurban Bayramı (14 Ekim Pazartesi Arefe günü, 15-18 Ekim Salı-Cuma bayram) öncesi görüştüğüm savcı Kemal Çetin (daha sonra FETÖ'den ihraç) bu dosyayı işleme koymayınca, ilgili 28 Şubat savcıları hakkında işlem yapılması talebiyle işleme koymadıkları bu dosyayı (Türkiye'nin çok hassas günlerden geçtiği) 1 Kasım 2015 seçimlerinden kısa süre önce HSYK'ya verdim.

Create your website for free! This website was made with Webnode. Create your own for free today! Get started